Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.91’de düzenlenen ve CMK m.90’a göre yapılan yakalama sonrasında cumhuriyet savcısının kararı ile kişinin geçici süre hürriyetinden mahrum bırakılmasına “gözaltı” denilmektedir. Madde incelendiğinde; yakalamanın suçüstü halleri ile sınırlı tutulduğu, kolluk tarafından gerekli tedbirler alındıktan sonra yakalanan kişiye yasal haklarının bildirilmesinin öngörüldüğü ve suçüstü hali ile sınırlı yakalama sonrasında kolluğun cumhuriyet savcısına bilgi verip emri doğrultusunda işlem yapmasının düzenlendiği görülmektedir. Madde uyarınca yakalananlar hakkında tatbik edilebilecektir.6 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 6. Maddesi ile değişik CMK m.91/2’ye göre, “Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır”. Şu an için gözaltı tedbiri yetkisi cumhuriyet savcısına bırakılmıştır. Kamuoyunda “İç Güvenlik Paketi” adı bilinen yasa çalışmasında, gözaltı tedbirini uygulama yetkisinin istisnai olarak kolluk amirine de verilmesi amaçlanmaktadır. Cumhuriyet savcısının yanında, önleyici veya adli kolluk sıfatıyla kolluk amirine bireyi gözaltına alma yetkisinin tanınmasının ne getireceğini, bu yetkinin kötüye kullanılıp kullanılmayacağını ve sonuçlarını bu yazıda tartışmayacağız. Konumuza dönecek olursak; bir veya iki şüphelinin işlediği iddia edilen suçlarla gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hakim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren 24 saati geçemez ve yol süresi de 12 saatten fazla olamaz. Belirtmeliyiz ki, burada öngörülen yol süresi yakalanan kişinin yakalama yerine en yakın hakim veya mahkeme önüne çıkarılması zorunluluğunu öngörmez.
Böylece; içkiyi üreten daha ucuz maliyetle karşılaşmakta, ancak insan hayatını gözardı etmekte, hatta sahte içkiyi bilerek satıp tüketiciye ulaştıran satıcı da aynı şekilde insan hayatını hiçe sayarak para kazanma uğruna öldürücü etkiye sahip sahte içkiyi satabilmektedir. Bazen sahte içkiyi üretenle satan aynı olabilir ki, bu durumda failin üreticiliği ön plana çıkacak, satıştan kaynaklanan sonuçlarda, üretim ve satıştan ayrı fiiller olmaları sebebiyle ayrı ceza sorumluluğu doğacağı kabul edilse bile, gerçekleşen insan ölümü ve yaralanmalarına temel olarak sahte içki üretimi yol açtığından, üretenin ve satanın aynı failde birleştiği durumda failin sahte içki üretimi fiili öne çıkacaktır. Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme” başlıklı altıncı bölümünde yer alan, gizli soruşturmacı görevlendirmesini düzenleyen, m.139’da tanımlanan ve görev alanı çizilen gizli soruşturmacının ne olduğunu, görevlendirilen kişi tarafından toplanan delillerin 28 Mart 2023 tarihinde, m.139’un 4. Fıkrasına eklenen ek cümle ile hangi sınırlar çerçevesinde bu görevi yerine getirebileceği ve elde ettiği delillerin hukuka aykırılığı ele alınmıştır. Kişi hak ve hürriyetlerini koruyan Yüksek Mahkeme, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı olan kanunlar ile hakları ihlal edildiğini iddia eden bireylerin başvurularını incelemektedir. 1961 Anayasası ile kurulan Yüksek Mahkeme, bugüne kadar kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasında en etkin yargı mercii olma özelliğini taşımaktadır. Yüksek Mahkemenin bazı kararları sert şekilde eleştirilmiş, kararlarının siyasi içerikli olduğu, yürütme ve yasama organlarına müdahale içerdiği de söylenmiştir. Herkes bilmelidir ki, ceza yargılamasında “peşin gözaltı” olmaz. Bizde yakalama, çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında sulh ceza hakimliği tarafından çıkarılan yakalama emri ile hakkında yakalama emri çıkarılma veya tutuklama kararı verilme şartları oluşan ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk tarafından doğrudan kullanılabilen yetki hariç, suçüstü ile sınırlı yapılabilir. Suçüstü durumunda herkes yakalama yapabilir, ancak bu yakalama şekli abartılıp, hürriyeti tahdide ve suçüstü, yani o an işlenen veya henüz işlenmiş suç olmamasına rağmen, örneğin aranan veya arandığı zannedilen bir kişinin haksız yere yakalanmasına çevrilmemelidir. Somut olayın koşullarını detaylı şekilde değerlendiren ve istisnai nitelik taşıyan bu kararın dikkatli değerlendirilmesi isabetli olacaktır.
Bu yazımızda; ilk derece mahkemesince verilen kararın, hukuka kesin aykırılık hallerini düzenleyen CMK m.289 uyarınca (g) ve (h) bentleri hariç olmak üzere istinaf kanun yolunda bozulması sonrasında, ilk derece mahkemesi tarafından verilecek yeni kararın CMK m.284’de yer alan direnme yasağı kapsamında kalmayarak, hakimin vicdani kanaati doğrultusunda serbestçe karar verip veremeyeceği meselesi tartışılacaktır. Maddesinde de özel belgede sahtecilik suçları düzenlenmiştir. Her iki suç yönünden kanun koyucu; sahtecilik suçunun maddi unsuru olarak aldatacak şekilde ibaresine yer vererek, belgenin iğfal, yani aldatma kabiliyetinin olup olmadığının hakim tarafından incelenip tespit edilmesini aramıştır. Burada belgenin sahteliği iddiası ile ilgili bilirkişi incelemesine tabi tutulması başka, sahte belgenin aldatma yeteneğine sahip olup olmadığı ile ilgili hakim tarafından çıplak gözle inceleme yapılarak, bunun tutanak altına alınması başkadır. Sahte bir belgenin iğfal kabiliyetine sahip olup olmadığına dair inceleme, bir maddi vaka incelemesi olarak ilk derece veya istinaf mahkemeleri tarafından yapılmalıdır. Sahte belgenin aldatıcılık kabiliyeti ile ilgili inceleme yapılmadığı takdirde; suçun sübutu ile ilgili değil de, unsuru yönünden bir eksiklik ortaya çıkacaktır. Bu eksikliğin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından giderilmemesi gerekir. Temyiz mercii sıfatı ile Yargıtay; sahte bir belgenin iğfal kabiliyetini haiz olup olmadığı ile ilgili incelemenin hakim tarafından yapılıp yapılmadığını tespiti durumda, bu eksikliği kendisi inceleme yapmak suretiyle tamamlamamalı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 288. Fıkrasında bir temyiz nedeni olarak gösterilen bir hukuk kuralının uygulanmaması sebebiyle bozup dosyayı ilgili yargı merciine göndermelidir.
Maddelerinde öngörülen özel usule tabi tutulmuş olup, Kanunun “Suçüstü hali” başlıklı 61. Avukatlarla ilgili soruşturma veya kovuşturma başlatmaya dair özel usul ile genel soruşturma veya kovuşturma usulünü birbirine karıştırmamak gerekir. Aynı konuyu düzenleyen genel ve özel kanunlarda öncelik özel kanuna verilmeli ve özel kanunda yer alan usul hükümlerine göre hareket edilmelidir. Bu yazımızda; kolluk görevlileri tarafından Cumhuriyet Savcısının emir ve talimatı olmaksızın ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 140. Maddesi uyarınca verilmiş teknik araçlarla izleme kararı olmaksızın, suç şüphesi altındaki sanığa kameraların yakınlaştırılması, belli bir yere odaklanma özellikleri de kullanılmak suretiyle MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) kameraları aracılığıyla izlenmesi ve delil toplanması, bu şekilde elde edilen delillerin hukuka aykırılığı kaleme alınmıştır. CMK m.231/6’nın son cümlesine göre, “Sanığın kabul etmemesi halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez”. Görüleceği üzere sanığın kabulü, HAGB’nin bir ön şartı olarak kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” adı altında Kanun Teklifi verilmiş olup, bu Teklifinin 29. Maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığı altında 217/A maddesi ile yeni bir suç tipinin eklenmesinin amaçlandığı görülmektedir.Bu yazımızda, TCK’ya eklenmesi teklif edilen 217/A maddesinde düzenlenmesi önerilen suç incelenecek ve bu suç tipine ilişkin eleştirilerimize yer verilecektir. Hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin şüpheli ve sanık aleyhine kullanılamayacağı hususunda, Anayasa m.38/6, CMK m.206/2-a ve m.217/2 gereğince tereddüt olmadığı tartışmasızdır. Nitekim arama tedbiri; Anayasa m.13, m.20/2 ve m.21’de gösterilen çerçevede, hakimin veya kanunla yetkili kılınan makamın yazılı emri ile ilgili kanunda gösterilen şekil ve şartlarda tatbik edilmek zorundadır. Aksi halde yapılan arama, buna bağlı muhafaza altına alma veya elkoyma ile bu yolla elde edilen deliller hukuka aykırı olup, yargılamada şüpheli ve sanık aleyhine kullanılamaz. Kasten insan öldürme ile neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçlarının her ikisi de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmında düzenlenmiş olup, hem TCK m.81’de ve hem de TCK m.87/4’de düzenlenen hükümlerin tatbiki için de failin fiilinin bir sonucu olarak mağdurun ölmüş olması gerekmektedir.
Tutukluluğun incelenmesi başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.108/1’e göre “Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından … Vergi Usul Kanunu m.359/a veya b’nin, yani suça konu aynı fiilin birden fazla işlenmesi ise dikkat çekicidir. Çünkü burada, aynı fiille birden fazla farklı suç işlenmemiş, aynı suç işlenmiştir. Fail, hükümde tanımlanan iki suçu aynı anda veya farklı yakın … Mahkemeler, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanırlar. Yapılan kovuşturma sonucunda, yerel mahkeme ve Yargıtay tarafından verilen her karar halka ilan edilmelidir. Millet, bu yolla dürüst yargılamanın yapılıp yapılmadığını ve adaletin gerçekleşip gerçekleşmediğini görür.
Kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılabilmesi, ilgili idari makamdan “soruşturma izni” alınması şartına bağlıdır. Soruşturma iznine tabi tutulan eylem hakkında fiilen soruşturma başlatılmadığı halde “soruşturma numarası” verilip, idari makamdan izin alınması amacıyla başlatılan süreç işletilmektedir. CMK m.161/8 ile ilgili düşüncelerimi içeren bir yazı kaleme alınmıştır. O yazıda, yargı denetimini engelleyen dokunulmazlıkların yanlışlıklarına değinmiştik. Yargı dokunulmazlığı içeren yasaların, Anayasanın 2, 10, 11, 36, 38 ve 138.
Olağan kanun yolları olarak düzenlenen istinafa ve temyize başvurmanın en temel farklarından birisi, gerekçe gösterme zorunluluğuna ilişkmostbet giriş. Bilindiği üzere istinaf kanun yolu başvurularında; Cumhuriyet savcısı dışında sanık veya katılan tarafın kararı istinaf etmesi yeterli olup, ayrıca sebep gösterme zorunluluğu bulunmamaktadır . Kararı istinaf kanun yoluna götürmek isteyen taraf, verilen kısa kararla birlikte ve duruşmaya katılmamışsa kararın tebliğinden sonra Kanunda belirtilen sürede istinaf kanun yolu başvurusunu yapmak zorundadır. Sanık veya katılan tarafın ilk derece mahkemesinin kararını istinaf ettiğine dair iradesini gösteren bir başvuru, istinaf kanun yoluna konu kararın ve dosyanın bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından tüm yönleriyle incelenmesi için yeterlidir. Sanık veya katılan ile avukatlarının istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunlulukları bulunmamaktadır. Her ne kadar İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Şener ve Şık′ın hukuka aykırı tutukluluklarına ilişkin başvurularını İHAS m.3′de düzenlenen işkence yasağına aykırı bulmasa da, esas itibariyle haksız tutuklamanın bir yandan da işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza sayılması gerektiği tartışmasızdır.
İfade özgürlüğünü düzenleyen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.10 uyarınca; ifadenin mahiyeti, ifade edenin kimliği, ifadenin hedefi olan kişi, kurum, kuruluş, örgüt veya topluluk gibi unsur ve süjelere göre gerçekleştirilen müdahalede; kanaat özgürlüğü, haber ve görüş alma ile verme özgürlüğü ve bu özgürlüğün …
Bu yazımızda; tanık ile bilirkişi arasındaki farklara değinilerek, bilirkişinin açıklamalarının niteliği ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.68/1 uyarınca bilirkişinin duruşmada dinlenmesi incelenecektir.
Yakalanan kişinin mahkemeye götürülmesi hususunda, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 129.
Yazımızda öncelikle, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kurumu ile ilgili genel bilgilere yer verecek daha sonra ise güncel Yargıtay kararları ışığında yukarıda yer verdiğimiz hükmün ne şekilde anlaşılması ve uygulanması gerektiğini belirteceğiz.
Maddesi kapsamında hukuka uygunluk nedenlerinden yararlanıp yaralanamayacaklarını, kamu veya özel hastanelerinde çalışan hekimler hakkında soruşturma başlatılırken soruşturma izni alınıp alınmaması gerektiğini ve mesleki hata (tıbbi hata) olarak bilinen malpraktis/tıbbi hata ele alınmıştır. Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri” başlıklı 307. Fıkrasına göre Yargıtay’ın bozma kararına uyduktan sonra ilk derece mahkemesinin veya bölge adliye mahkemesinin sanığın ifadesini hangi hallerde alıp almayacağı kaleme alınmıştır. Bu nedenle; aşağıda özellikle 2313 sayılı Kanun m.23/5’de tanımlanan kenevir ekimi, 3298 sayılı Kanun m.4 ve TCK m.188 kapsamında içtima ilişkisine değinmekteyiz. Bu nedenle, ceza muhakemesinde maddi hakikate ve adalete ulaşabilmek için hukuk kurallarının öngördüğü çerçevede temel hak ve hürriyetlerde özlerinin zedelenmemesi suretiyle bazı kısıtlamalara gidilebilir.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesinde düzenlenmiş olup, üç fıkradan oluşan bu hükmün her fıkrasının uygulama alanı farklılık göstermektedir. Maddenin ilk fıkrasında tahrik, diğer iki fıkrasında aşağılama fiillerine yer verilmiştir. Çıkar amaçlı suç örgütleri ile ilgili koşullu salıverilme hesabında; Türk Ceza Kanunu m.6/1-j’de yer alan “örgüt mensubu” tanımının, örgüt mensubu olanlar hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanacağını öngören TCK m.58/9’un ve örgütlü suçlarda koşullu salıverilmeyi düzenleyen 5275 sayılı İnfaz Kanunu m.107/4’ün dikkate alınması gerekir. Bu yazımızda; tek veya belirleyici delilin tanık beyanı olduğu durumlarda adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında korunan tanık sorgulama hakkına ilişkin riayet edilmesi gereken usuli güvenceler, mahkeme kararları çerçevesinde incelenecektir. Maddelerinde güvence altına alınan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi, kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi için hangi fiillerin suç teşkil ettiğinin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesini gerektirmektedir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.7 ile de “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi güvence altına alınmaktadır. Bir görüşe göre; seçimlerin “seçenler” ve “seçilenler” olarak iki süjesi bulunmaktadır. Seçim kanunlarında herhangi bir özneyi etkileyecek şartlarda yapılan değişikliğin uygulama alanına yönelik Anayasa m.67 dahilinde değerlendirme yapılırken, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından açıklanan seçim takviminin süjeleri etkileme şekline göre hareket edilmelidir.
Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık
Ersan Şen Hukuk ve Danışmanlık
Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) m.91’de düzenlenen ve CMK m.90’a göre yapılan yakalama sonrasında cumhuriyet savcısının kararı ile kişinin geçici süre hürriyetinden mahrum bırakılmasına “gözaltı” denilmektedir. Madde incelendiğinde; yakalamanın suçüstü halleri ile sınırlı tutulduğu, kolluk tarafından gerekli tedbirler alındıktan sonra yakalanan kişiye yasal haklarının bildirilmesinin öngörüldüğü ve suçüstü hali ile sınırlı yakalama sonrasında kolluğun cumhuriyet savcısına bilgi verip emri doğrultusunda işlem yapmasının düzenlendiği görülmektedir. Madde uyarınca yakalananlar hakkında tatbik edilebilecektir.6 Mart 2014 tarihinde yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanunun 6. Maddesi ile değişik CMK m.91/2’ye göre, “Gözaltına alma, bu tedbirin soruşturma yönünden zorunlu olmasına ve kişinin bir suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığına bağlıdır”. Şu an için gözaltı tedbiri yetkisi cumhuriyet savcısına bırakılmıştır. Kamuoyunda “İç Güvenlik Paketi” adı bilinen yasa çalışmasında, gözaltı tedbirini uygulama yetkisinin istisnai olarak kolluk amirine de verilmesi amaçlanmaktadır. Cumhuriyet savcısının yanında, önleyici veya adli kolluk sıfatıyla kolluk amirine bireyi gözaltına alma yetkisinin tanınmasının ne getireceğini, bu yetkinin kötüye kullanılıp kullanılmayacağını ve sonuçlarını bu yazıda tartışmayacağız. Konumuza dönecek olursak; bir veya iki şüphelinin işlediği iddia edilen suçlarla gözaltı süresi, yakalama yerine en yakın hakim veya mahkemeye gönderilmesi için zorunlu süre hariç, yakalama anından itibaren 24 saati geçemez ve yol süresi de 12 saatten fazla olamaz. Belirtmeliyiz ki, burada öngörülen yol süresi yakalanan kişinin yakalama yerine en yakın hakim veya mahkeme önüne çıkarılması zorunluluğunu öngörmez.
Böylece; içkiyi üreten daha ucuz maliyetle karşılaşmakta, ancak insan hayatını gözardı etmekte, hatta sahte içkiyi bilerek satıp tüketiciye ulaştıran satıcı da aynı şekilde insan hayatını hiçe sayarak para kazanma uğruna öldürücü etkiye sahip sahte içkiyi satabilmektedir. Bazen sahte içkiyi üretenle satan aynı olabilir ki, bu durumda failin üreticiliği ön plana çıkacak, satıştan kaynaklanan sonuçlarda, üretim ve satıştan ayrı fiiller olmaları sebebiyle ayrı ceza sorumluluğu doğacağı kabul edilse bile, gerçekleşen insan ölümü ve yaralanmalarına temel olarak sahte içki üretimi yol açtığından, üretenin ve satanın aynı failde birleştiği durumda failin sahte içki üretimi fiili öne çıkacaktır. Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme” başlıklı altıncı bölümünde yer alan, gizli soruşturmacı görevlendirmesini düzenleyen, m.139’da tanımlanan ve görev alanı çizilen gizli soruşturmacının ne olduğunu, görevlendirilen kişi tarafından toplanan delillerin 28 Mart 2023 tarihinde, m.139’un 4. Fıkrasına eklenen ek cümle ile hangi sınırlar çerçevesinde bu görevi yerine getirebileceği ve elde ettiği delillerin hukuka aykırılığı ele alınmıştır. Kişi hak ve hürriyetlerini koruyan Yüksek Mahkeme, hukukun evrensel ilke ve esaslarına aykırı olan kanunlar ile hakları ihlal edildiğini iddia eden bireylerin başvurularını incelemektedir. 1961 Anayasası ile kurulan Yüksek Mahkeme, bugüne kadar kişi hak ve hürriyetlerinin korunmasında en etkin yargı mercii olma özelliğini taşımaktadır. Yüksek Mahkemenin bazı kararları sert şekilde eleştirilmiş, kararlarının siyasi içerikli olduğu, yürütme ve yasama organlarına müdahale içerdiği de söylenmiştir. Herkes bilmelidir ki, ceza yargılamasında “peşin gözaltı” olmaz. Bizde yakalama, çağrı üzerine gelmeyen veya çağrı yapılamayan şüpheli hakkında sulh ceza hakimliği tarafından çıkarılan yakalama emri ile hakkında yakalama emri çıkarılma veya tutuklama kararı verilme şartları oluşan ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kolluk tarafından doğrudan kullanılabilen yetki hariç, suçüstü ile sınırlı yapılabilir. Suçüstü durumunda herkes yakalama yapabilir, ancak bu yakalama şekli abartılıp, hürriyeti tahdide ve suçüstü, yani o an işlenen veya henüz işlenmiş suç olmamasına rağmen, örneğin aranan veya arandığı zannedilen bir kişinin haksız yere yakalanmasına çevrilmemelidir. Somut olayın koşullarını detaylı şekilde değerlendiren ve istisnai nitelik taşıyan bu kararın dikkatli değerlendirilmesi isabetli olacaktır.
Bu yazımızda; ilk derece mahkemesince verilen kararın, hukuka kesin aykırılık hallerini düzenleyen CMK m.289 uyarınca (g) ve (h) bentleri hariç olmak üzere istinaf kanun yolunda bozulması sonrasında, ilk derece mahkemesi tarafından verilecek yeni kararın CMK m.284’de yer alan direnme yasağı kapsamında kalmayarak, hakimin vicdani kanaati doğrultusunda serbestçe karar verip veremeyeceği meselesi tartışılacaktır. Maddesinde de özel belgede sahtecilik suçları düzenlenmiştir. Her iki suç yönünden kanun koyucu; sahtecilik suçunun maddi unsuru olarak aldatacak şekilde ibaresine yer vererek, belgenin iğfal, yani aldatma kabiliyetinin olup olmadığının hakim tarafından incelenip tespit edilmesini aramıştır. Burada belgenin sahteliği iddiası ile ilgili bilirkişi incelemesine tabi tutulması başka, sahte belgenin aldatma yeteneğine sahip olup olmadığı ile ilgili hakim tarafından çıplak gözle inceleme yapılarak, bunun tutanak altına alınması başkadır. Sahte bir belgenin iğfal kabiliyetine sahip olup olmadığına dair inceleme, bir maddi vaka incelemesi olarak ilk derece veya istinaf mahkemeleri tarafından yapılmalıdır. Sahte belgenin aldatıcılık kabiliyeti ile ilgili inceleme yapılmadığı takdirde; suçun sübutu ile ilgili değil de, unsuru yönünden bir eksiklik ortaya çıkacaktır. Bu eksikliğin temyiz mercii olan Yargıtay tarafından giderilmemesi gerekir. Temyiz mercii sıfatı ile Yargıtay; sahte bir belgenin iğfal kabiliyetini haiz olup olmadığı ile ilgili incelemenin hakim tarafından yapılıp yapılmadığını tespiti durumda, bu eksikliği kendisi inceleme yapmak suretiyle tamamlamamalı, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 288. Fıkrasında bir temyiz nedeni olarak gösterilen bir hukuk kuralının uygulanmaması sebebiyle bozup dosyayı ilgili yargı merciine göndermelidir.
Maddelerinde öngörülen özel usule tabi tutulmuş olup, Kanunun “Suçüstü hali” başlıklı 61. Avukatlarla ilgili soruşturma veya kovuşturma başlatmaya dair özel usul ile genel soruşturma veya kovuşturma usulünü birbirine karıştırmamak gerekir. Aynı konuyu düzenleyen genel ve özel kanunlarda öncelik özel kanuna verilmeli ve özel kanunda yer alan usul hükümlerine göre hareket edilmelidir. Bu yazımızda; kolluk görevlileri tarafından Cumhuriyet Savcısının emir ve talimatı olmaksızın ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 140. Maddesi uyarınca verilmiş teknik araçlarla izleme kararı olmaksızın, suç şüphesi altındaki sanığa kameraların yakınlaştırılması, belli bir yere odaklanma özellikleri de kullanılmak suretiyle MOBESE (Mobil Elektronik Sistem Entegrasyonu) kameraları aracılığıyla izlenmesi ve delil toplanması, bu şekilde elde edilen delillerin hukuka aykırılığı kaleme alınmıştır. CMK m.231/6’nın son cümlesine göre, “Sanığın kabul etmemesi halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez”. Görüleceği üzere sanığın kabulü, HAGB’nin bir ön şartı olarak kabul edilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” adı altında Kanun Teklifi verilmiş olup, bu Teklifinin 29. Maddesi ile 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlığı altında 217/A maddesi ile yeni bir suç tipinin eklenmesinin amaçlandığı görülmektedir.Bu yazımızda, TCK’ya eklenmesi teklif edilen 217/A maddesinde düzenlenmesi önerilen suç incelenecek ve bu suç tipine ilişkin eleştirilerimize yer verilecektir. Hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin şüpheli ve sanık aleyhine kullanılamayacağı hususunda, Anayasa m.38/6, CMK m.206/2-a ve m.217/2 gereğince tereddüt olmadığı tartışmasızdır. Nitekim arama tedbiri; Anayasa m.13, m.20/2 ve m.21’de gösterilen çerçevede, hakimin veya kanunla yetkili kılınan makamın yazılı emri ile ilgili kanunda gösterilen şekil ve şartlarda tatbik edilmek zorundadır. Aksi halde yapılan arama, buna bağlı muhafaza altına alma veya elkoyma ile bu yolla elde edilen deliller hukuka aykırı olup, yargılamada şüpheli ve sanık aleyhine kullanılamaz. Kasten insan öldürme ile neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama suçlarının her ikisi de 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmında düzenlenmiş olup, hem TCK m.81’de ve hem de TCK m.87/4’de düzenlenen hükümlerin tatbiki için de failin fiilinin bir sonucu olarak mağdurun ölmüş olması gerekmektedir.
Tutukluluğun incelenmesi başlıklı Ceza Muhakemesi Kanunu m.108/1’e göre “Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi tarafından … Vergi Usul Kanunu m.359/a veya b’nin, yani suça konu aynı fiilin birden fazla işlenmesi ise dikkat çekicidir. Çünkü burada, aynı fiille birden fazla farklı suç işlenmemiş, aynı suç işlenmiştir. Fail, hükümde tanımlanan iki suçu aynı anda veya farklı yakın … Mahkemeler, Türk Milleti adına yargı yetkisini kullanırlar. Yapılan kovuşturma sonucunda, yerel mahkeme ve Yargıtay tarafından verilen her karar halka ilan edilmelidir. Millet, bu yolla dürüst yargılamanın yapılıp yapılmadığını ve adaletin gerçekleşip gerçekleşmediğini görür.
Kamu görevlisi hakkında soruşturma yapılabilmesi, ilgili idari makamdan “soruşturma izni” alınması şartına bağlıdır. Soruşturma iznine tabi tutulan eylem hakkında fiilen soruşturma başlatılmadığı halde “soruşturma numarası” verilip, idari makamdan izin alınması amacıyla başlatılan süreç işletilmektedir. CMK m.161/8 ile ilgili düşüncelerimi içeren bir yazı kaleme alınmıştır. O yazıda, yargı denetimini engelleyen dokunulmazlıkların yanlışlıklarına değinmiştik. Yargı dokunulmazlığı içeren yasaların, Anayasanın 2, 10, 11, 36, 38 ve 138.
Olağan kanun yolları olarak düzenlenen istinafa ve temyize başvurmanın en temel farklarından birisi, gerekçe gösterme zorunluluğuna ilişkmostbet giriş. Bilindiği üzere istinaf kanun yolu başvurularında; Cumhuriyet savcısı dışında sanık veya katılan tarafın kararı istinaf etmesi yeterli olup, ayrıca sebep gösterme zorunluluğu bulunmamaktadır . Kararı istinaf kanun yoluna götürmek isteyen taraf, verilen kısa kararla birlikte ve duruşmaya katılmamışsa kararın tebliğinden sonra Kanunda belirtilen sürede istinaf kanun yolu başvurusunu yapmak zorundadır. Sanık veya katılan tarafın ilk derece mahkemesinin kararını istinaf ettiğine dair iradesini gösteren bir başvuru, istinaf kanun yoluna konu kararın ve dosyanın bölge adliye mahkemesi ceza dairesi tarafından tüm yönleriyle incelenmesi için yeterlidir. Sanık veya katılan ile avukatlarının istinaf başvurusunda sebep gösterme zorunlulukları bulunmamaktadır. Her ne kadar İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Şener ve Şık′ın hukuka aykırı tutukluluklarına ilişkin başvurularını İHAS m.3′de düzenlenen işkence yasağına aykırı bulmasa da, esas itibariyle haksız tutuklamanın bir yandan da işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza sayılması gerektiği tartışmasızdır.
Maddesi kapsamında hukuka uygunluk nedenlerinden yararlanıp yaralanamayacaklarını, kamu veya özel hastanelerinde çalışan hekimler hakkında soruşturma başlatılırken soruşturma izni alınıp alınmaması gerektiğini ve mesleki hata (tıbbi hata) olarak bilinen malpraktis/tıbbi hata ele alınmıştır. Bu yazımızda; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri” başlıklı 307. Fıkrasına göre Yargıtay’ın bozma kararına uyduktan sonra ilk derece mahkemesinin veya bölge adliye mahkemesinin sanığın ifadesini hangi hallerde alıp almayacağı kaleme alınmıştır. Bu nedenle; aşağıda özellikle 2313 sayılı Kanun m.23/5’de tanımlanan kenevir ekimi, 3298 sayılı Kanun m.4 ve TCK m.188 kapsamında içtima ilişkisine değinmekteyiz. Bu nedenle, ceza muhakemesinde maddi hakikate ve adalete ulaşabilmek için hukuk kurallarının öngördüğü çerçevede temel hak ve hürriyetlerde özlerinin zedelenmemesi suretiyle bazı kısıtlamalara gidilebilir.
Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu; 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 216. Maddesinde düzenlenmiş olup, üç fıkradan oluşan bu hükmün her fıkrasının uygulama alanı farklılık göstermektedir. Maddenin ilk fıkrasında tahrik, diğer iki fıkrasında aşağılama fiillerine yer verilmiştir. Çıkar amaçlı suç örgütleri ile ilgili koşullu salıverilme hesabında; Türk Ceza Kanunu m.6/1-j’de yer alan “örgüt mensubu” tanımının, örgüt mensubu olanlar hakkında mükerrirlere özgü infaz rejiminin uygulanacağını öngören TCK m.58/9’un ve örgütlü suçlarda koşullu salıverilmeyi düzenleyen 5275 sayılı İnfaz Kanunu m.107/4’ün dikkate alınması gerekir. Bu yazımızda; tek veya belirleyici delilin tanık beyanı olduğu durumlarda adil/dürüst yargılanma hakkı kapsamında korunan tanık sorgulama hakkına ilişkin riayet edilmesi gereken usuli güvenceler, mahkeme kararları çerçevesinde incelenecektir. Maddelerinde güvence altına alınan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi, kişi hak ve özgürlüklerinin güvence altına alınabilmesi için hangi fiillerin suç teşkil ettiğinin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesini gerektirmektedir. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi m.7 ile de “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi güvence altına alınmaktadır. Bir görüşe göre; seçimlerin “seçenler” ve “seçilenler” olarak iki süjesi bulunmaktadır. Seçim kanunlarında herhangi bir özneyi etkileyecek şartlarda yapılan değişikliğin uygulama alanına yönelik Anayasa m.67 dahilinde değerlendirme yapılırken, Yüksek Seçim Kurulu (YSK) tarafından açıklanan seçim takviminin süjeleri etkileme şekline göre hareket edilmelidir.